HDP’nin Kapatılması ve Yeni Bir KoalIsyon İhtiyacı Üzerine SeslI Düşünceler:

Taner Akçam’ın bu yazısını hem „Gazete Duvar“ hem de „Birikim“ dergisi çeşitli nedenler göstererek yayınlamayı kabul etmemişlerdir. Ben bu yazıyı değerli ve tartışılmasını gerekli bulduğum için yayınlıyorum. Kamil Taylan – 31.03.2021

Taner Akçam

Artık belli oldu ki, Bahçeli-Erdoğan ikilisinin hedefinde sadece HDP yok. Siyaseten toptan bir saldırıya geçmiş durumdalar. Toptan saldırının nihai amacı 2023’e kesin iktidar olarak girmek. Seçimle veya seçimsiz bunu gerçekleştirmek istiyorlar. Seçim sistemi manipüle edilerek, “seçimin olup olmamasının” önemsiz bir ayrıntı haline geleceği bir strateji izliyorlar. Yanılıyor olabilirim ama gözüken o ki, Bahçeli-Erdoğan ekibinin elinde, “iktidarı seçimle kaybetmek” gibi bir seçenek bulunmuyor. Bu nedenle, HDP’ye karşı başlattıkları topyekûn saldırı siyasetinin, önümüzdeki aylarda diğer muhalefet partilerini de kapsamasına şaşırmayacağım. İktidarın seçimle el değiştirmesinin ortadan kalktığı bir sürece girilmiştir diyebiliriz.

Bu yazıda ama sadece HDP üzerinde durulacak ve kapatılması durumunda ne yapılması gerektiği konusunda bazı önerilerde bulunulacaktır. Burada, gelişmeleri ABD’den izliyor ve siyasetin havasını doğrudan teneffüs etmiyor olmanın bir handikap olduğunu bildiğimin altını çizmek isterim. Önerilenlerin, fazla ayakları havada ve gerçeklikten uzak olma ihtimali elbette var. Ama bu durum, gene de düşünülenlerin söylenmemesi anlamına gelmiyor.

HDP’ye karşı saldırının gösterdikleri:

Önce noktalar halinde bazı tespitler yapmak isterim.

  • HDP’nin açık hedef seçilmesinin en önemli nedeni Kürtlerdir. Kürtler, Bahçeli-Erdoğan ekibinin 2023 planlarını bozabilecek en büyük kitlesel güçtür. Bu nedenle, Kürtlerin sivil siyasette temsil edilme imkanının tümüyle ortadan kaldırılması, tüm kanalların kapatılması gerekiyor. HDP’nin kapatılması, sivil siyasetin Kürtlere kapanmasının bir ön adımıdır. Bahçeli-Erdoğan ittifakının 2023 zaferi biraz buna bağlıdır.
  • HDP’nin sivil siyasetten silinmesi, “terörle bağlantı” üzerinden yapılıyor. Bu “bağlantı iddiasının” ciddi bir tez olduğunu düşünüyorum. Tez, hem diğer muhalefet çevrelerinin kapatmaya açıktan tavır almalarını engelliyor, hem de belli bir “söylem üstünlüğü” ile Türkler arasında destek buluyor. Tezin kuvvetli olmasının nedeni, karşı çıkacakları kolayca altından kalkamayacakları bir “açmaza” sokuyor olmasıdır. 
  • Açmazın ana nedeni, sosyolojik olarak HDP’nin esas gövdesi ile PKK tabanının kesişmesidir. Bu iki yapı arasındaki “organik ilişki” konusunda “havada uçuşan spekülasyonlara” girmek bile gereksizdir. HDP, PKK ile ciddi sosyolojik ve bu anlamda siyasi bağlantı içindedir. Ve PKK, silahlı mücadeleye devam ettikçe, HDP’nin silahlı mücadele ile arasına kesin çizgi koyması oldukça zordur. HDP, sosyolojik-siyasi kökleri olan bu bağlantı konusunu açık konuşmak yerine sadece “inkâr” siyaseti izlemektedir. Bu inkâr politikası ise, “ilişki” meselesinin “zayıf halka” ve bir yara olarak kalmasına neden olmaktadır. 
  • Elbette doğru olan, bu sosyolojik-siyasi gerçekliği açık ve samimi bir “konuşma” konusu haline getirmektir ama HDP buna hazır gözükmüyor. Bu nedenle “sessizlik” ve/veya inkâr etmek egemen oluyor. Herhangi bir “terör” olayında “kınıyoruz”, deniyor ama bu da inandırıcı bulunmuyor. HDP’nin zayıf karnı burası.

O halde soru şu:

  • HDP’nin kapatılmasını “siyaseten yanlış” görenlerin yapması gereken nedir? Soruyu bir başka türlü de sorabiliriz, “Kürtlere sivil siyaset alanının kapatılmasına” nasıl karşı çıkılabilir ve neler yapılabiliriz? Veya siyasetin daha da sivilleşmesi konusunda atılması gereken adımlar nelerdir?
  • İlk akla gelen basit çözüm, HDP’nin kendisine yönelik toptan saldırıya, bugüne kadar alışılagelmiş anlayış ve araçlarla karşı çıkmasıdır. Kapatılma durumunda, daha önce de yapıldığı gibi, başka isimle yeni parti(ler) kurabilir ve yola böyle devam edebilirler. Ama, eklemek gerekir ki, HDP’yi kapatmaya koyulmuş siyasi irade de bu olasılığı bilmektedir ve bunu mutlaka önlemeye çalışacaktır. Bu imkânın pratik olarak da giderek zor seçenek haline gelebileceği ihtimalini unutmamak gerekiyor.

Önerebileceğim Yeni bir Koalisyondur

Acaba şu anda içinde bulunulan durum bir şans olarak da ele alınabilir mi? Bugüne kadar izlenen siyasetin de araçların da üzerine yeniden düşünmek ve yeni politikalara yönelmek mümkün olabilir mi? Burada önerilen, HDP ve Kürtlerin siyasette temsil edilmelerine karşı açılmış toptan savaşın yarattığı ortamı bir şans olarak ele almaktır. 

Bu hususları noktalar halinde sıralamak gerekirse:

  • Bahçeli-Erdoğan ikilisinin toptan saldırısına karşı, genel olarak Kürtlere, Kürt siyasal hareketlerine ve özelde de HDP’ye nefes borusu olmak gerekir. Boğulmak isteneni boğdurmamak en makul adımdır. O halde HDP’ye doğrudan pratik destek yolu ve bunun imkanları üzerine düşünmek gerekir. Yani hem klasik “kapatılmasına karşıyız” söylemi, hem de “alışıldık usulle yeni parti kurarak devam” dışında ne yapılmalıdır?
  • Önereceğim, HDP’yi dışardan destekleyen Türk demokrat-aydın çevreler ile HDP arasında yeni bir ilişki tarzı üzerine düşünmeye davettir. Türk demokrat-aydın çevreler ile HDP arasında yeni siyasi-pratik koalisyon imkânı aramaktır. 
  • Sözünü ettiğim, Türk aydın çevreler genel olarak PKK ile aralarına mesafe koymuş ve koyacağı bilinen çevrelerdir. Bu çevrelerin HDP’ye; HDP’nin de PKK ile aralarına koydukları mesafeyi demokratik teamüller çerçevesinde dile getiren bu çevrelere doğru açılmasını öneriyorum.
  • Önerdiğim koalisyon, Bahçeli-Erdoğan koalisyonuna karşı önemli bir “demokratikleşme” ve “sivilleşme” sinerjisi yaratacaktır. Bunun yanısıra bu yeni koalisyon, HPD’ye yönelik “terör bağlantısı” suçlamasına da verilecek en kuvvetli cevaptır. Çünkü, Sözünü ettiğim Türk aydın çevrelere “PKK” ve “terör bağlantısı” suçlaması yapmak, “kargaları güldürmek” olur.
  • “Yeni bir Koalisyon” önerim, HDP’nin bugüne kadar Türk aydınları ile kurduğu ilişki tarzını da mercek altına almayı gerektirir. Dışardan gözlediğim, bu ilişki iki ana özelliğe sahip gibi: A) Aradaki ilişki, Refah Partisinin geçmişte bazı aydınlarla kurduğu ‘vitrin ilişkisini’ andırmaktadır. ‘Vitrin ilişkisi’ tatsız ve yanlış bulunursa, ‘sessizlik sözleşmesi’ önerisinde bulunabilirim. HDP vitrininde görünen aydınlar (eğer PKK’yı açıktan destekleyenlerden değillerse), PKK’nın siyasetine eleştirileri bile olsa, “susmayı” tercih etmektedirler. PKK’nın, HPD üzerindeki “manevi ağırlığını” “sessizce” ön kabul esastır. Bu aydınlar, “ev sahibi” de olmadıklarını bilmekte ve sadece kendilerine sunulan imkanları kullanmakta gibidirler.  B) HDP’nin bir de “Türk sol örgütler ile koalisyonu” vardır. Hala 1970’lerin düşünce tarzına uygun olarak, neredeyse “arkaik” hale gelmiş sol-sosyalist gruplarla kurulmuş bir “cephe” söz konusu. A ve B şıklarına dahil olan çevreler arasında farklar-gerilimler olduğu tahmin edilebilir ama sonuçta Kürt hareketinin yarattığı imkânları ‘pratik olarak kullanma’ arzusunun ağır bastığı söylenebilir.
  • Sonuçta Kürt Hareketi, Türk aydınları-örgütleri ile kurduğu bu koalisyon-cephe ile, siyasi olarak Türkiye’nin Batısında hemen hemen hiçbir ağırlığı olmayan kişi ve çevreleri parlamentoya taşınmıştır.
  • HDP’nin, ciddi potansiyeli olmasına rağmen özellikle Batı’da istediği gibi büyüyemiyor olmasının nedeni, A ve B maddelerinde ifade edilen koalisyon anlayışıdır. Önerdiğim, bu koalisyon anlayışı üzerine sesli düşünülmesi ve değiştirilmesidir.
  • Benim sözünü ettiğim aydın çevreler yukardaki A ve B şıkları dışındadır ve bu çevreler hem ‘vitrin’ değildirler ve olmayacaklardır hem de Kürt meselesinde, PKK’ye yönelik düşüncelerinde “sessiz kalmayı” değil, eleştirilerini açıkça ifade etmeyi tercih edeceklerdir.
  • Bu yeni Türk-aydın çevrelerin HDP’ye getirebilecekleri dört temel siyasi öneri var gibidir (bunların bazıları HDP tarafından zaten savunulmaktadır): 1- Sivil siyasetin ve siyasette çoğulculuğun öneminin altını çizmek; 2- silahlı mücadelenin sivil siyasetin önünü tıkadığını söylemek ve silahlı mücadele devrinin bittiğini açıkça ilan etmek; 3- sadece devletin değil, PKK dahil toplumun her kesimin kendi tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini savunmak; 4- tarihe ve geleceğe yönelik yeni bir toplumsal hafıza etrafında, çoğulcu bir Türkiye projesi üzerinde tartışmak.
  • HPD çevreleri “yeni” siyasi fikirler de getirecek Türk-aydın çevrelere doğru açılabilecek, yeni bir koalisyon anlayışına uygun açılım yapabilecek midir? Bu açılım, partinin iç yapısına ilişkin örneğin karar süreçlerinin demokratikleşmesi vb. gibi oldukça sancılı sonuçlarının olabileceğini tahmin ediyorum.
  • Ya da “Türk aydınları” dediğim tanımlanmamış kesim böyle bir öneriye nasıl bakar? Buna hazır bir kesim var mıdır? Tartışılması gereken soru budur.

Türk aydınları ile HDP arasında önerdiğim tarzda yeni bir siyasi koalisyon, yeni bir siyaseti ve yeni bir siyaset kültürünü gerektirir ve galiba şu anda olmayacak gibi gözüken de budur. 

Bu yazının ana tezi ise ama bunun imkânlarının zorlanması gerektiğidir.

schön hier zu leben

Ich werde oft gefragt, „Herr Taylan, haben Sie nicht Heimweh?“

„Nein“, antworte ich.

Nein, ich habe wirklich keine Sehnsucht nach Istanbul, auch keine Sehnsucht nach der restlichen Türkei. Ich kenne auch keinen einzigen Grund, warum ich Sehnsucht haben sollte?

Sehnsucht nach Erdogan? Sehnsucht nach der Scharia? Sehnsucht nach den Menschen, die mehrheitlich ihn gewählt haben? Sehnsucht nach männlichen Kreaturen, die statistisch gesehen, täglich mindestens 3,7 Frauen umbringen, vergewaltigen oder missbrauchen? Die Kinderopfer sind übrigens in dieser Statistik nicht mitgezählt.

Gestern hat Erdogan den Austritt seines Reiches aus der Istanbuler Konvention des Europarates bekannt gegeben. Aus einer Konvention, die Gewalt gegen Frauen europaweit verhüten und bekämpfen sollte. Eine Konvention, welche der islamischen Wareneigenschaften der Frau Grenzen setzte, hat leider nicht in das Konzept der Scharia gepasst. Weg damit! Dabei hatte Erdogan die Konvention vor einigen Jahren in Istanbul selbst initiiert und als erster unterzeichnet.

Anscheinend ist Erdogan in Panik. Gestern mitten in der Nacht hat der türkische Präsident den Zentralbankchef nur nach wenigen Monaten im Amt „freigestellt“. Jener hatte die Zinsen erhöht, um den freien Fall der türkischen Währung zu stoppen, die Inflation auch. Aber Zinsen sind laut der Scharia verboten. Und der Islamist und Analphabet Erdogan wird jetzt mit dem neuen Zentralbankchef die Zinsen gen Null bewegen. Das ist gut so, beschleunigt nur noch den Untergang, verkürzt die Schmerzphase.

Ehrlich gesagt, ich will auch nicht dabei sein, wenn der 17. von Türken gegründete Staat untergeht. Ja, tatsächlich sollen die Türken in ihrer Geschichte 17 Staaten gegründet haben, 16 davon sind verschwunden. Erdogans Reich ist der 17. Staat. Ihr würdet auch keinen einzigen Türken finden, der die Namen aller dieser Vorgängertaaten aufzählen könnte. Aber wir alle müssen stolz sein auf diese 17 Staaten. Das wird inzwischen von jedem Schüler in der Schule verlangt.

Stolz sein darauf, dass wir Türken 16 eigene Staaten in die Geschichte versenkt haben?

Diese Frage sollte man in Istanbul, meiner Heimatstadt lieber nicht stellen? Ich zum Beispiel hätte dann das 19. Ermittlungsverfahren.

Ja, das ist auch einer der Gründe, warum ich heimwehlos bin. Ich würde auch in der Türkei eine Unterkunft gestellt bekommen, Kost und Logis frei. Nur das Auschecken wird etwas problematisch sein.

Jetzt kommt bestimmt die Frage, hast du nicht Sehnsucht nach deinen Freunden in der Türkei? Nein, antworte ich. Ich spreche mit vielen von ihnen fast täglich. Wenn ich in Istanbul wäre, würde ich sie auch nicht unbedingt treffen können. Eine Fahrt in Istanbul dauert hin und zurück fast einen halben Tag, gespürt einen ganzen Tag. So sitze ich auf dem Couch und rede mit allen.

Ausserdem erwarte ich ganz andere Entwicklungen, ganz andere Lichtblicke. Der türkische Präsident verbietet derzeit fast alle kurdischen Parteien und Organisationen. Die pro kurdische HDP wird verboten, allen ihre Funktionsträger müssen mit einem „Politikverbot“ rechnen. Ich frage mich, was bleibt einem politisch Interessierten kurdischen Bürger noch übrig? Ausser? Ausser der Flucht nach Europa, nach Deutschland. Die Begründung zum Asylantrag liefert Erdogan stündlich mit seinen neuen Massnahmen. Vielleicht sehen wir uns alle demnächst in Berlin oder in Paris?

Es ist einfach schön hier zu leben.

MULTIKULTURALISMUS

Das ist mein erster Beitrag auf meiner neu eingerichteten Internetseite.

Mein erster Beitrag betrifft diesen alten Kulturbegriff „Multi-Kulti“. Ich wollte schon lange was dazu schreiben, aber dann las ich ein Buch einer alten Bekannten. Ein Buch von Ayaan Hirsi Ali.

„Der Westen neigt dazu, auf die sozialen Misserfolge muslimischer Einwanderer mit dem zu reagieren, was man als Rassismus der niedrigen Erwartungen bezeichnen kann. Diese westliche Haltung basiert auf der Idee, dass Menschen mit Hautfarbe von „normalen“ Verhaltensstandards ausgenommen werden müssen. Es gibt viele gute Männer und Frauen im Westen, die versuchen, Flüchtlinge umzusiedeln und sich um die Beseitigung von Diskriminierung bemühen. Sie setzen sich bei den Regierungen dafür ein, dass Minderheiten von den Verhaltensnormen der westlichen Gesellschaften ausgenommen werden; sie kämpfen dafür, dass Minderheiten ihre Kultur bewahren und ihre Religion vor kritischer Prüfung verschont bleibt. Diese Leute meinen es durchaus gut, aber ihr Aktivismus ist nun ein Teil des Problems, das sie zu lösen versuchen. Ihre Bemühungen, Muslimen und anderen Minderheiten zu helfen, sind vergeblich, denn indem sie die Illusion erwecken, dass man an Stammesnormen festhalten und gleichzeitig ein erfolgreicher Bürger werden kann, sperren die Befürworter des Multikulturalismus die nachfolgenden Generationen, die im Westen geboren wurden, in einem Niemandsland der moralischen Werte ein. Was in eine mitfühlende Sprache der Akzeptanz verpackt wird, ist in Wirklichkeit eine grausame Form des Rassismus. Und es ist umso grausamer, weil es in zuckersüßen Worten der Moral daher kommt.“


aus: „Nomad: Eine persönliche Reise durch den Clash of Civilizations